MAZLUMDER: Askerî Yargı Kaldırılsın, Kışlada Şüpheli Ölümler Son Bulsun, Vicdanî Red Kabul Edilsin!

Devlet politikalarının, insan ve toplum üzerindeki devinimi nedeniyle var olan ve gelişim gösteren “İnsan Hakları Bilinci” ile yolumuza devam ettiğimiz Kürdistan’da, insan hakları aktivizmi içerisinde oluşumuzun verdiği sorumluluk ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin kabul edilişinin 66. yıl dönümü içerisindeyiz.

Devlet ve toplum arasındaki güç ve denge zemininde, güç aygıtını tekelinde bulunduran devlet otoritesi karşısında toplum, hak ve ideal değerlerden arındırılmakta ve merkez olmaktan çıkarılarak, çevre pozisyonuna sokulmaktadır.

İnsan, haklarla donatılmış bir varlıktır. Hak da, hukuk tarafından korunan menfaattir. Savaş ve savaş sanayii, güvenlik politikaları, olağanüstü hukuki rejimler, aşırı gruplar tarafından ihlal edilen insancıl hukuk normları, din ve kanaatleri nedeniyle “grileştirilen” grupların travmaları, etnisite olgusunun devlet politikalarındaki belirleyiciliği ve bilumum dezavantajlı grupların zayıflaştırıldığı ve pasifize edildiği toplumsal hayat içerisinde insan hakları ve hak aktivizminin zorluklarına küresel ve bölgesel tüm mecra ve kanallarda tanıklık etmekteyiz.

Olağan toplum çerçevesinden çıkarılan insan, olağanüstü bir yaşam ve ideale zaptedilmekte ve zorlanmaktayken, bu “etkenlik-edilgenlik” durumunda dahi, aktif konumda olan daima devlet aygıtı olmaktadır. Bu kısa izahat, devlet otoritesinin “kontrolsüz” bir güce dayanabileceği gerçeğini gözler önüne sermektedir.

Ülkeden ülkeye mağdurların renkleri değişse de, muhatapları hep aynı kalmaktadır. Hala bu muhatap konumunda olan devletler eliyle; kimlik ibrazına rağmen ten rengi nedeniyle bir çocuk öldürülerek yaşam hakkı ihlal edilmekte, bir başka polis kurşunugenç bir bedenden içeri girerken bir ocağı söndürmekte, bir mahkum veya tutuklu, devlete ait cezaevinde ıslah olmayı bekleyeceği yerde(!) hastalığı hiçe sayılarak ölüme terkedilerek sağlık hakkına erişimi engellenmekte, somut delil yerine makul şüphe üzerine özgürlük ve güvenlik hakkı hiçe sayılmakta, kamu hizmeti yerine getirecek olan bireye askerlik adı altında itaat seansı dayatılmakta, toplu katliamların failleri yargı önüne çıkarılmamakta, çocukların anadillerinde eğitim görmeleri engellenerek eğitim hakları engellenmekte, sivil yargıçların yerine getirmesi gereken yargılama faaliyetleri sırf “fail” asker diye askeri mahkeme adı altında olağanüstü yargılama rejimi uygulanmakta ve her kademede sayamadığımız yüzlerce ihlalin müsebbibi, muhatabı ve sorumlusu devlet denilen otorite olmaktadır.

Burada toplanmamızın nedeni, hemen yanıbaşımızda duran kışlanın içerisinde doğal bir biçimde hak ihlallerinin devam ediyor oluşudur. Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde askerlik, kamu hizmeti olarak kabul edilmekte ve bu kamu hizmeti, yani askerlik, zorunlu bir biçimde uygulanmaktadır. Her ne kadar dönem dönem “bedelli” askerlik yapma fırsatı hasıl olsa da, askerlik yapmama gerçeği bir hak değil, ancak bir fırsat olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaldı ki taksitlendirme, kredi kullandırma gibi devlet uygulamaları da askerliğin bedelli yapılmasını devlet tarafından fırsata dönüştürüldüğünün, yani bu işin bir kurtuluşunun olduğunun ve dolayısıyla kurtuluşun olduğu yerde pek de sevgi ve gönül bağı ile yerine getirilecek bir kamu hizmetinin olmadığının resmi, tüm çıplaklığıyla karşımızda durmaktadır.

Esasen bir hak olan, askerlik yapmayı ret, yani vicdanın asker olmayı reddine dayanan vicdani ret, bir bedele veya fırsata değil, hak ve özgürlüğe tekabül etmektedir. Bu hak, kullanımı bir şekle veya esasa tabi tutulmaksızın, alternatifi oluşturulmaksızın ve devlet eliyle tesisi mümkün olan bir haktır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamaları ve hak kuramı üzerinden insan hakkının kutsallığı referansı üzerine hareket eden tüm ulusal ve ulusüstü örgütler, vicdani ret hakkını düşünce, vicdan, din ve kanaat özgürlüğü hakkı” bağlamında ele alarak, temel ve birinci kuşak haklar listesi adı altında tanımlamışlardır. Oysa şu an içeride, kışlada bulunan neredeyse tüm er statüsü taşıyan askerlerin bu hakkın kullanımı durumunda karşı karşıya kaldıkları bir gerçek bulunmakta ve maalesef bu gerçek, hak ihlali ile açıklanmaktadır.

Kışlalarda zorunlu olarak askerlik hizmeti yaptırılan yüzbinlerce askerin karşı karşıya kaldığı hak ihlali tehdidi bununla sınırlı değildir. Ek olarak dini, milli ve sair farklılıkları nedeniyle bu gençlerin şaibeli biçimlerde ölümleri de kaygı verici olup, sözümona “intihar” sebebi ile yaşam hakkı bu kışlaların içerisinde ayaklar altına alınan gençlerin sayısını ve çetelesini tutmak bile vicdanımızı yaralamakta ve maalesef bu ölümlere akla uygun hiçbir izahat getirilmemektedir.

İzahat getirilmeyen bu ölümlerin etkin soruşturma yapılmaksızın askeri yargıya havale edilmesi, askeri yargı kültürünün adil yargılanma hakkının enfeksiyon yanı ile birlikte değerlendirildiği vakit, yapılacak yargılama ve yerine getirilecek hakkın da ne oranda sağlıklı olduğu problematiğiyle biz insan hakları aktivistleri ve gönüllüleri ile birlikte tüm duyarlı, ahlak ve vidan sahibi her kesim, fazlasıyla kaygılanmaktadır. Sevag Balıkçı ve yanı başımızda Sevag’ın katillerini yargılayan mahkemenin kararını bir bütün olarak ele aldığımızda, esasen varmak istediğimiz yerin ne kadar uzak, yürüyeceğimiz yolun ne kadar uzun olduğunun haritası ortaya çıkmaktadır.

MAZLUMDER olarak, bundan önce olduğu gibi, bundan sonrada, kim olursa olsun, atıfta bulunduğumuz ve bulunmadığımız tüm mağdur ve mazlumların yanında ve destekçisi olacağımızı İnsan Hakları Haftası vesilesi ile tekrar kamuoyuna saygı ile sunarız. (10.12.2014)

                            MAZLUMDER Diyarbekir Şubesi

 

FAALİYET BİLGİLERİKategori Adı Basın AçıklamalarıTarih 2014-12-10Yer Diyarbekir
Okunma Sayısı : 627
Şube ve Temsilcilerimiz
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği -
Adres:
E-posta: | Telefon: | Faks:

Ziyaretçi Sayımız : 4643772